1.Emperyalist Savaş Öncesi Durum
1800’lü yılların sonlarında tüm dünya toprak bakımından emperyalist ülkeler arasında paylaşılmıştı. İngiltere başta olmak üzere o dönemin önde gelen sömürgeci güçleri tüm dünyanın yarısından fazlasını sömürgeleştirmişlerdi. Tüm bunlara bir de Osmanlı İmparatorluğu ve Çin gibi yarı-sömürge durumundaki ülkeler eklenirse denebilir ki, yeryüzünün tamamı doğrudan ya da dolaylı olarak birkaç emperyalist ülkenin kontrolü altındaydı.Fakat kapitalizmin girdiği yeni bir evre olarak emperyalizm, bu sömürgeler üzerinde yükselse de, esasen ona damgasını vuran sömürgecilik olmamıştır. Aksine dönemin yükselen yıldızları olarak emperyalizm evresinin özsel eğilimlerini en çok yansıtan ABD ve Almanya’nın, eski oyuncular olan İngiltere ve Fransa kadar sömürgesi yoktu. Özellikle ABD sömürgelere bağımsızlıklarının verilmesi gerektiğini bile söylüyordu. Artık söz sırası, devletleri kendi emir kulu haline getirmiş, sanayiyi ve banka sermayesini kendi tekeline almış olan finans kapitalde (mali sermayede) idi.
20. yüzyıla gelindiğinde, birçok ülkenin büyük tekelleri kendi aralarında anlaşarak çok uluslu kartelleri oluşturmuşlar ve bunlar da dünya pazarını kendi aralarında paylaşmışlardı.[2] Ama bu durum rekabetin ortadan kalkmasına değil daha da kızışmasına ve devasa boyutlara ulaşmasına yol açtı. Daha 1910 yılında dünya pazarı, yaklaşık yüz adet çok uluslu kartel ve tröst arasında paylaşılmış durumdaydı.
Dünyanın toprak bakımından ve nüfuz alanları temelinde paylaşımı, beraberinde kaçınılmaz olarak bir yeniden paylaşım mücadelesini gündeme getiriyordu. Böylelikle sermaye ihracı ve sermayenin uluslararasılaşmaya başlaması, bir yandan birleşik bir kapitalist dünya ekonomisi yaratırken, öte yandan da emperyalist ülkeler arasındaki mücadeleyi ve çelişkileri keskinleştirdi ve emperyalizm çağının başlangıcında dünyanın toprak bakımından paylaşımı zaten tamamlanmıştı. Bu nedenle, emperyalizm çağı aslında dünyanın yeniden nüfuz alanlarına göre paylaşılması ve emperyalistler arasında bir hegemonya yarışı anlamına gelir
Birinci
Dünya Savaşı ve SPD
4 Ağustos 1914'de Berlin'deki parlamentoda savaş bütçesi tartışılıyordu “Ben Alman'dan başka parti tanımam!”diye kükrüyordu Kayser II. Wilhelm.Yapılan oylama sonucunda Rosa Luxemburg ve Karl Liebkneckt'in çekimser oy haricinde savaş bütçesi onaylandı; Alman emperyalizmi savaşa istiyordu.
Bu durumu izleyen birkaç gün içinde, Avusturya, Fransa, Belçika ve İngiliz sosyal demokratları da, “ulusal savunma”nın meşruluğu adına “kendi” ülkelerini destekleme kararları aldılar. Kısacası, savaş başlayana dek savaşa karşı olan sosyal demokratlar, savaş bir kez kapılarını çaldığında hemen çark ederek işçi sınıfına ihanet etmişlerdi.
Avrupa’da 1871’den 1914’e kadar süren 40 yıllık nispeten barışçıl gelişme dönemi, işçi sınıfının ruh hali ve kapitalist devlete karşı olan tavrında kimi uzlaşmacı eğilimleri körükledi. Ve bu durum işçi sınıfında kapitalizmin yarattığı olumsuz sonuçların sistem içi reformlarla değiştirilebileceği yanılsamasını doğurdu. Ayrıca, Avrupa’da özellikle emperyalist kapitalizmin sömürge talanından pay alan işçi sınıfı örgütlerinin yönetici tabakası yozlaşarak burjuvaziyle tam bir uzlaşma siyaseti içine girdi. Bu gelişmeler II. Enternasyonali giderek reformist ve şovenist bir çizgiye oturttu. II. Enternasyonali oluşturan en güçlü ve önemli parti Alman Sosyal Demokrat Partisiydi. Güç ve etkinlik bakımından onu, Fransız işçi ve sosyalist hareketi izliyordu. Örneğin Alman Sosyal Demokrat Partisi, 1898 seçimlerinde %27,2 oranında oy almıştı. Fakat öte yandan bu partinin, işçi sınıfını iktidara taşıyacak ve sosyalizmi dünya çapında kurmaya yönelik bir devrim perspektifi yoktu. Sonuçta aldığı oylara rağmen yaşanan fiili iktidarsızlık, parti içinde sendikacıların ve işçi sınıfının görece imtiyazlı kesimlerinin beslediği bir reformizmin ağır basmasına yol açtı. Reformizmin öncülerinin temel görüşü, sosyal demokrasinin seçimlerden gelen büyük gücünü kullanarak kapitalizmi reformlar yoluyla adam etmek ve böylece sancısız bir şekilde sosyalizme ulaşmaktı. Bu görüşler II. Enternasyonalin 1904’teki Amsterdam Kongresinden sonra iyice hakim hale geldiler.
Fakat bu kongreyi takip eden yıllarda dünya siyasi panoramasında önemli değişiklikler oldu. Avrupalı büyük güçler arasındaki gerginlik, özellikle de İngiltere ve Almanya arasında beliren savaş tehlikesi, II. Enternasyonalin gündemini yoğun biçimde işgal etmeye başlamıştı. 1907’de Stuttgart’da toplanan kongrede, ağırlıklı olarak yaklaşan savaş tehlikesinin nasıl önlenebileceği, eğer önlenemezse ortaya çıkacak sonuçların nasıl karşılanacağı gibi konular tartışıldı. Ancak temel sorun, hayati derecede önemli olan sorun şuydu: bir savaş halinde sosyalistler ve işçi sınıfı kendi devletlerini yani burjuvalarını mı destekleyeceklerdi, yoksa savaşmaları için ellerine verilen silahları kendilerini açlık ve yıkımla yüz yüze getiren kendi burjuva düzenlerine mi çevireceklerdi?
Stuttgart kongresinde, Rosa Luxemburg ve Lenin’in önerisiyle şu karar benimsenmişti: “Savaş her şeye karşın patlayacaksa, onun çabuk bitmesi için çalışmak ve kitleleri ayaklandırıp kapitalist sınıf egemenliğinin yıkılışını çabuklaştırmak için, savaşın getirdiği ekonomik ve politik bunalımları bütün güçleriyle kullanmak sosyalistlerin görevidir.” Çok tartışılmadan kabul edilen bu karar, ne yazık ki hiçbir zaman uyulanamadı.
1912 yılında Balkan Savaşının patlak vermesiyle birlikte bir dünya savaşı tehlikesi de artık iyice yaklaşmıştı. Nitekim II. Enternasyonalin 1910’daki Basel kongresi de, bu sorunun tartışılmasıyla geçti. Ve tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi, kongreden somut hiçbir karar çıkmadı.
25 Temmuz 1914 tarihinde SPD yönetimi dağıttığı bildiride şu sloganlarla kitlesine sesleniyordu “Savaş istemiyoruz! Savaşa Hayır! Yaşasın Uluslararası Halkların Kardeşliği!”
2 Ağustos 1914 Sendikalarda örgütlü işçi aristokrasisinin Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) bağlantılı gerici önderliği Sendikalar olası bir savaş sırasında grev yapmayacak, maaş artışı talebinden feragat göstereceklerdir diye açıklama yapmıştır.
4 Ağustos 1914'de Berlin'deki parlamentoda savaş bütçesi tartışılıyordu “Ben Alman'dan başka parti tanımam!”diye kükrüyordu Kayser II. Wilhelm.Yapılan oylama sonucunda Rosa Luxemburg ve Karl Liebkneckt'in çekimser oy haricinde savaş bütçesi onaylandı; Alman emperyalizmi savaşa istiyordu.
Bu durumu izleyen birkaç gün içinde, Avusturya, Fransa, Belçika ve İngiliz sosyal demokratları da, “ulusal savunma”nın meşruluğu adına “kendi” ülkelerini destekleme kararları aldılar. Kısacası, savaş başlayana dek savaşa karşı olan sosyal demokratlar, savaş bir kez kapılarını çaldığında hemen çark ederek işçi sınıfına ihanet etmişlerdi.
Avrupa’da 1871’den 1914’e kadar süren 40 yıllık nispeten barışçıl gelişme dönemi, işçi sınıfının ruh hali ve kapitalist devlete karşı olan tavrında kimi uzlaşmacı eğilimleri körükledi. Ve bu durum işçi sınıfında kapitalizmin yarattığı olumsuz sonuçların sistem içi reformlarla değiştirilebileceği yanılsamasını doğurdu. Ayrıca, Avrupa’da özellikle emperyalist kapitalizmin sömürge talanından pay alan işçi sınıfı örgütlerinin yönetici tabakası yozlaşarak burjuvaziyle tam bir uzlaşma siyaseti içine girdi. Bu gelişmeler II. Enternasyonali giderek reformist ve şovenist bir çizgiye oturttu. II. Enternasyonali oluşturan en güçlü ve önemli parti Alman Sosyal Demokrat Partisiydi. Güç ve etkinlik bakımından onu, Fransız işçi ve sosyalist hareketi izliyordu. Örneğin Alman Sosyal Demokrat Partisi, 1898 seçimlerinde %27,2 oranında oy almıştı. Fakat öte yandan bu partinin, işçi sınıfını iktidara taşıyacak ve sosyalizmi dünya çapında kurmaya yönelik bir devrim perspektifi yoktu. Sonuçta aldığı oylara rağmen yaşanan fiili iktidarsızlık, parti içinde sendikacıların ve işçi sınıfının görece imtiyazlı kesimlerinin beslediği bir reformizmin ağır basmasına yol açtı. Reformizmin öncülerinin temel görüşü, sosyal demokrasinin seçimlerden gelen büyük gücünü kullanarak kapitalizmi reformlar yoluyla adam etmek ve böylece sancısız bir şekilde sosyalizme ulaşmaktı. Bu görüşler II. Enternasyonalin 1904’teki Amsterdam Kongresinden sonra iyice hakim hale geldiler.
Fakat bu kongreyi takip eden yıllarda dünya siyasi panoramasında önemli değişiklikler oldu. Avrupalı büyük güçler arasındaki gerginlik, özellikle de İngiltere ve Almanya arasında beliren savaş tehlikesi, II. Enternasyonalin gündemini yoğun biçimde işgal etmeye başlamıştı. 1907’de Stuttgart’da toplanan kongrede, ağırlıklı olarak yaklaşan savaş tehlikesinin nasıl önlenebileceği, eğer önlenemezse ortaya çıkacak sonuçların nasıl karşılanacağı gibi konular tartışıldı. Ancak temel sorun, hayati derecede önemli olan sorun şuydu: bir savaş halinde sosyalistler ve işçi sınıfı kendi devletlerini yani burjuvalarını mı destekleyeceklerdi, yoksa savaşmaları için ellerine verilen silahları kendilerini açlık ve yıkımla yüz yüze getiren kendi burjuva düzenlerine mi çevireceklerdi?
Stuttgart kongresinde, Rosa Luxemburg ve Lenin’in önerisiyle şu karar benimsenmişti: “Savaş her şeye karşın patlayacaksa, onun çabuk bitmesi için çalışmak ve kitleleri ayaklandırıp kapitalist sınıf egemenliğinin yıkılışını çabuklaştırmak için, savaşın getirdiği ekonomik ve politik bunalımları bütün güçleriyle kullanmak sosyalistlerin görevidir.” Çok tartışılmadan kabul edilen bu karar, ne yazık ki hiçbir zaman uyulanamadı.
1912 yılında Balkan Savaşının patlak vermesiyle birlikte bir dünya savaşı tehlikesi de artık iyice yaklaşmıştı. Nitekim II. Enternasyonalin 1910’daki Basel kongresi de, bu sorunun tartışılmasıyla geçti. Ve tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi, kongreden somut hiçbir karar çıkmadı.
25 Temmuz 1914 tarihinde SPD yönetimi dağıttığı bildiride şu sloganlarla kitlesine sesleniyordu “Savaş istemiyoruz! Savaşa Hayır! Yaşasın Uluslararası Halkların Kardeşliği!”
2 Ağustos 1914 Sendikalarda örgütlü işçi aristokrasisinin Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) bağlantılı gerici önderliği Sendikalar olası bir savaş sırasında grev yapmayacak, maaş artışı talebinden feragat göstereceklerdir diye açıklama yapmıştır.
Alman
emperyalizminin sözünü dinleyen SPD önderliği, parti içinde hâlâ varlığını
koruyan
Marksist
kanadın temsilcileri olan Rosa Luxemburg ve Karl Liebkneckt'i izole etmenin
yollarını
arar.
Önce parti içinde “radikal” oldukları gerekçesiyle dışlanırlar, ardından da
1919 Ocak'ında alçakça katledilirler...
Ekim
Devrimi, Alman ve Avusturya işçi sınıfı içinde hemen yankı bulur. 14 Ocak
1918'de Viyana'da genel grev ilan edilir. 28 Ocak'ta Berlin'de 400 bin işçi işi
bırakır. İşçi Konseyi örgütlenir. Grev kısa sürede tüm ülkeyi sarar ve
milyonlara ulaşır. SPD'nin sağcı yönetimi durumdan kaygılıdır.
3
Kasım 1918'de Kasım Devrimi patlak verir. Kiel'deki savaş filosu silahlarıyla
birlikte greve destek verip, isyana ortak olur. 9 Kasım'da isyan Berlin'e
ulaşır. SPD içindeki Marksistler Spartaküs grubunu örgütler. Ülkedeki
Hochenzollern monarşisi devrilir. Kasım Devrimi, monarşiyi yerle bir etmişti,
ama geçici burjuva hükümet SPD'nin sağcı üst yönetimince kuruldu: Friedrich
Ebert, Otto Landesberg, Philipp Scheidermann, Barth, Dittmann, Hasse...
Karl
Liebkneckt bu karşı devrimci hükümette yer almayı kesin bir dille reddeder. 10
Kasım gecesi F. Ebert, monarşist düzenin genelkurmay sözcüsü ile gizlice
görüşüp, anlaşır. İki gün sonra da kendi hükümet programını deklare eder.
Sendikadaki işçi aristokrasisi, tekelci burjuvazinin temsilcileri, monarşistler
ve SPD üst yönetimi protokol imzalar. Kasım Devrimi ilk ve en büyük ihanetini SPD'den
görmüştür... Karşıdevrim sırasında kendi yurttaşlarına ateş etmek istemeyen
askerleri buna ikna etmek de yine bir SPD yöneticisi olan Otto Wels'e düşer...
Aynı Otto Wels yıllar sonra, 3 Haziran 1931'de, “komünist-faşist kardeşliği”ni
diline dolamıştır.
anayi inkılabı sonucunda devletler arasında Pazar ve hammadde arayışından doğan sömürgecilik yarışı ve ekonomik
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
Sanayi inkılabı sonucunda devletler arasında Pazar ve hammadde arayışından doğan sömürgecilik yarışı ve ekonomik
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
Sanayi inkılabı sonucunda devletler arasında Pazar ve hammadde arayışından doğan sömürgecilik yarışı ve ekonomik rekabet
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
Sanayi inkılabı sonucunda devletler arasında Pazar ve hammadde arayışından doğan sömürgecilik yarışı ve ekonomik rekabet
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
Sanayi inkılabı sonucunda devletler arasında Pazar ve hammadde arayışından doğan sömürgecilik yarışı ve ekonomik rekabet
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bültenime abone olun ve sitemde yayınladığım en son faydalı yazılar mail adresinize ücretsiz olarak gelsin.
Kesinlikle spam mailler almayacaksınız!!!