21 Ekim 2018 Pazar

Ahiliğin Temel İlkeleri

AHLİĞİN TEMEL İLKELERİ (1)
Bireyi, fetâlıktan şeyhliğe ve   yamaklıktan ustalığa giden yolda olgunlaştırmaya çalışan Ahi kurumunun meslekî   ahlâk ve görgü kurallarının temel ilkeleri şunlardırKaynak: Çalışkan,   Y., İkiz, M.L., Kültür, Sanat ve Medeniyetimizde Ahilik, Ankara 1993, s.   ):                             - İyi huylu ve   güzel ahlâklı olmak,- İşinde ve hayatında, kin, çekememezlik ve dedikodudan   kaçınmak,- Ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmak, Gözü, gönlü   ve kalbi tok olmak,- Şefkatli, merhametli, adaletli, faziletli, iffetli ve   dürüst olmak,- Cömertlik, ikram ve kerem sahibi olmak,- Küçüklere   sevgi, büyüklere karşı edepli ve saygılı olmak,- Alçakgönüllü olmak,   büyüklük ve gururdan kaçınmak,- Ayıp ve kusurlarını örtmek, gizlemek ve   affetmek, Hataları yüze vurmamak,
AHİLİĞİN TEMEL İLKELERİ (2)
- Dost ve arkadaşlara tatlı sözlü,   samimi, güler yüzle ve güvenilir olmak,- Gelmeyene gitmek, dost ve akrabayı   ziyaret etmek,- Herkese iyilik yapmak, iyiliklerini istemek,- Yapılan   iyilik ve yardımı başa kakmamak,- Hakka, hukuka, hak ölçüsüne riayet etmek,- İnsanların işlerini içten, gönülden ve güler yüzle yapmak,- Daima iyi   komşuluk ve komşunun eza ve cahilliğine sabretmek,- Yaratandan   dolayı yaratıkları hoş görmek,- Hata ve kusurları daima kendi nefsinde   aramak,- İyilerle dost olup, kötülerden uzak durmak,- Fakirlerle   dostluktan, oturup kalkmaktan şeref duymak,
AHİLİĞİN TEMEL İLKELERİ (3)
- Zenginlere, zenginliğinden dolayı itibardan kaçınmak, - Allah için sevmek, Allah için nefret etmek, - Hak için hakkı söylemek ve hakkı söylemekten korkmamak, - Emri altındakileri ve hizmetindekileri korumak ve gözetmek, - Açıkta ve gizlide Allah´ın emir ve yasaklarına uymak, - Kötü söz ve hareketlerden sakınmak, - İçi, dışı, özü, sözü bir olmak, - Hakkı korumak, hakka riayetle haksızlığı önlemek, - Kötülük ve kendini bilmezliğe iyilikle karşılık vermek, - Belâ ve kötülüklere sabır ve tahammüllü olmak,
 AHİLİĞİN TEMEL İLKELERİ (4)
- Müslümanlara lütufkâr ve hoş sözlü olmak, - Düşmana düşmanın silahıyla karşılık vermek, - İnanç ve ibadetlerinde samimi olmak, - Fani dünyaya ait şeylerle öğünmemek, böbürlenmemek, - Yapılan iyilik ve hayırda yalnız Hakkın rızasını gözetmek, - Âlimlerle dost olup dostlara danışmak, - Her zaman her yerde yalnız Allah´a güvenmek, - Örf, adet ve törelere uymak, - Sır tutmak, sırları açığa vurmamak, - Aza kanaat, çoğa şükür ederek dağıtmak, - Feragat ve fedakârlığı daima kendi nefsinden yapmak

Alman sosyal demokrasisinin tarihi ihaneti

1.Emperyalist Savaş Öncesi Durum

1800’lü yılların sonlarında tüm dünya toprak bakımından emperyalist ülkeler arasında paylaşılmıştı. İngiltere başta olmak üzere o dönemin önde gelen sömürgeci güçleri tüm dünyanın yarısından fazlasını sömürgeleştirmişlerdi. Tüm bunlara bir de Osmanlı İmparatorluğu ve Çin gibi yarı-sömürge durumundaki ülkeler eklenirse denebilir ki, yeryüzünün tamamı doğrudan ya da dolaylı olarak birkaç emperyalist ülkenin kontrolü altındaydı.
Fakat kapitalizmin girdiği yeni bir evre olarak emperyalizm, bu sömürgeler üzerinde yükselse de, esasen ona damgasını vuran sömürgecilik olmamıştır. Aksine dönemin yükselen yıldızları olarak emperyalizm evresinin özsel eğilimlerini en çok yansıtan ABD ve Almanya’nın, eski oyuncular olan İngiltere ve Fransa kadar sömürgesi yoktu. Özellikle ABD sömürgelere bağımsızlıklarının verilmesi gerektiğini bile söylüyordu. Artık söz sırası, devletleri kendi emir kulu haline getirmiş, sanayiyi ve banka sermayesini kendi tekeline almış olan finans kapitalde (mali sermayede) idi.

20. yüzyıla gelindiğinde, birçok ülkenin büyük tekelleri kendi aralarında anlaşarak çok uluslu kartelleri oluşturmuşlar ve bunlar da dünya pazarını kendi aralarında paylaşmışlardı.[2] Ama bu durum rekabetin ortadan kalkmasına değil daha da kızışmasına ve devasa boyutlara ulaşmasına yol açtı. Daha 1910 yılında dünya pazarı, yaklaşık yüz adet çok uluslu kartel ve tröst arasında paylaşılmış durumdaydı.
Dünyanın toprak bakımından ve nüfuz alanları temelinde paylaşımı, beraberinde kaçınılmaz olarak bir yeniden paylaşım mücadelesini gündeme getiriyordu. Böylelikle sermaye ihracı ve sermayenin uluslararasılaşmaya başlaması, bir yandan birleşik bir kapitalist dünya ekonomisi yaratırken, öte yandan da emperyalist ülkeler arasındaki mücadeleyi ve çelişkileri keskinleştirdi ve emperyalizm çağının başlangıcında dünyanın toprak bakımından paylaşımı zaten tamamlanmıştı. Bu nedenle, emperyalizm çağı aslında dünyanın yeniden nüfuz alanlarına göre paylaşılması ve emperyalistler arasında bir hegemonya yarışı anlamına gelir
 
Birinci Dünya Savaşı ve SPD
4 Ağustos 1914'de Berlin'deki parlamentoda savaş bütçesi tartışılıyordu Ben Alman'dan başka parti tanımam!diye kükrüyordu Kayser II. Wilhelm.Yapılan oylama sonucunda Rosa Luxemburg ve Karl Liebkneckt'in  çekimser oy haricinde savaş bütçesi onaylandı; Alman emperyalizmi savaşa istiyordu.
Bu durumu izleyen birkaç gün içinde, Avusturya, Fransa, Belçika ve İngiliz sosyal demokratları da, “ulusal savunma”nın meşruluğu adına “kendi” ülkelerini destekleme kararları aldılar. Kısacası, savaş başlayana dek savaşa karşı olan sosyal demokratlar, savaş bir kez kapılarını çaldığında hemen çark ederek işçi sınıfına ihanet etmişlerdi.  

Avrupa’da 1871’den 1914’e kadar süren 40 yıllık nispeten barışçıl gelişme dönemi, işçi sınıfının ruh hali ve kapitalist devlete karşı olan tavrında kimi uzlaşmacı eğilimleri körükledi. Ve bu durum işçi sınıfında kapitalizmin yarattığı olumsuz sonuçların sistem içi reformlarla değiştirilebileceği yanılsamasını doğurdu. Ayrıca, Avrupa’da özellikle emperyalist kapitalizmin sömürge talanından pay alan işçi sınıfı örgütlerinin yönetici tabakası yozlaşarak burjuvaziyle tam bir uzlaşma siyaseti içine girdi. Bu gelişmeler II. Enternasyonali giderek reformist ve şovenist bir çizgiye oturttu.  II. Enternasyonali oluşturan en güçlü ve önemli parti Alman Sosyal Demokrat Partisiydi. Güç ve etkinlik bakımından onu, Fransız işçi ve sosyalist hareketi izliyordu. Örneğin Alman Sosyal Demokrat Partisi, 1898 seçimlerinde %27,2 oranında oy almıştı. Fakat öte yandan bu partinin, işçi sınıfını iktidara taşıyacak ve sosyalizmi dünya çapında kurmaya yönelik bir devrim perspektifi yoktu. Sonuçta aldığı oylara rağmen yaşanan fiili iktidarsızlık, parti içinde sendikacıların ve işçi sınıfının görece imtiyazlı kesimlerinin beslediği bir reformizmin ağır basmasına yol açtı. Reformizmin öncülerinin temel görüşü, sosyal demokrasinin seçimlerden gelen büyük gücünü kullanarak kapitalizmi reformlar yoluyla adam etmek ve böylece sancısız bir şekilde sosyalizme ulaşmaktı. Bu görüşler II. Enternasyonalin 1904’teki Amsterdam Kongresinden sonra iyice hakim hale geldiler.
Fakat bu kongreyi takip eden yıllarda dünya siyasi panoramasında önemli değişiklikler oldu. Avrupalı büyük güçler arasındaki gerginlik, özellikle de İngiltere ve Almanya arasında beliren savaş tehlikesi, II. Enternasyonalin gündemini yoğun biçimde işgal etmeye başlamıştı. 1907’de Stuttgart’da toplanan kongrede, ağırlıklı olarak yaklaşan savaş tehlikesinin nasıl önlenebileceği, eğer önlenemezse ortaya çıkacak sonuçların nasıl karşılanacağı gibi konular tartışıldı. Ancak temel sorun, hayati derecede önemli olan sorun şuydu: bir savaş halinde sosyalistler ve işçi sınıfı kendi devletlerini yani burjuvalarını mı destekleyeceklerdi, yoksa savaşmaları için ellerine verilen silahları kendilerini açlık ve yıkımla yüz yüze getiren kendi burjuva düzenlerine mi çevireceklerdi?
Stuttgart kongresinde, Rosa Luxemburg ve Lenin’in önerisiyle şu karar benimsenmişti:Savaş her şeye karşın patlayacaksa, onun çabuk bitmesi için çalışmak ve kitleleri ayaklandırıp kapitalist sınıf egemenliğinin yıkılışını çabuklaştırmak için, savaşın getirdiği ekonomik ve politik bunalımları bütün güçleriyle kullanmak sosyalistlerin görevidir. Çok tartışılmadan kabul edilen bu karar, ne yazık ki hiçbir zaman uyulanamadı.
 1912 yılında Balkan Savaşının patlak vermesiyle birlikte bir dünya savaşı tehlikesi de artık iyice yaklaşmıştı. Nitekim II. Enternasyonalin 1910’daki Basel kongresi de, bu sorunun tartışılmasıyla geçti. Ve tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi, kongreden somut hiçbir karar çıkmadı.

25 Temmuz 1914 tarihinde SPD yönetimi dağıttığı bildiride şu sloganlarla kitlesine sesleniyordu “Savaş istemiyoruz! Savaşa Hayır! Yaşasın Uluslararası Halkların Kardeşliği!” 
2 Ağustos 1914 Sendikalarda örgütlü işçi aristokrasisinin Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) bağlantılı gerici önderliği Sendikalar olası bir savaş sırasında grev yapmayacak, maaş artışı talebinden feragat göstereceklerdir diye açıklama yapmıştır.

Alman emperyalizminin sözünü dinleyen SPD önderliği, parti içinde hâlâ varlığını koruyan
Marksist kanadın temsilcileri olan Rosa Luxemburg ve Karl Liebkneckt'i izole etmenin yollarını
arar. Önce parti içinde “radikal” oldukları gerekçesiyle dışlanırlar, ardından da 1919 Ocak'ında alçakça katledilirler...
Ekim Devrimi, Alman ve Avusturya işçi sınıfı içinde hemen yankı bulur. 14 Ocak 1918'de Viyana'da genel grev ilan edilir. 28 Ocak'ta Berlin'de 400 bin işçi işi bırakır. İşçi Konseyi örgütlenir. Grev kısa sürede tüm ülkeyi sarar ve milyonlara ulaşır. SPD'nin sağcı yönetimi durumdan kaygılıdır.
3 Kasım 1918'de Kasım Devrimi patlak verir. Kiel'deki savaş filosu silahlarıyla birlikte greve destek verip, isyana ortak olur. 9 Kasım'da isyan Berlin'e ulaşır. SPD içindeki Marksistler Spartaküs grubunu örgütler. Ülkedeki Hochenzollern monarşisi devrilir. Kasım Devrimi, monarşiyi yerle bir etmişti, ama geçici burjuva hükümet SPD'nin sağcı üst yönetimince kuruldu: Friedrich Ebert, Otto Landesberg, Philipp Scheidermann, Barth, Dittmann, Hasse...
Karl Liebkneckt bu karşı devrimci hükümette yer almayı kesin bir dille reddeder. 10 Kasım gecesi F. Ebert, monarşist düzenin genelkurmay sözcüsü ile gizlice görüşüp, anlaşır. İki gün sonra da kendi hükümet programını deklare eder. Sendikadaki işçi aristokrasisi, tekelci burjuvazinin temsilcileri, monarşistler ve SPD üst yönetimi protokol imzalar. Kasım Devrimi ilk ve en büyük ihanetini SPD'den görmüştür... Karşıdevrim sırasında kendi yurttaşlarına ateş etmek istemeyen askerleri buna ikna etmek de yine bir SPD yöneticisi olan Otto Wels'e düşer... Aynı Otto Wels yıllar sonra, 3 Haziran 1931'de, “komünist-faşist kardeşliği”ni diline dolamıştır.

anayi inkılabı sonucunda devletler arasında Pazar ve hammadde arayışından doğan sömürgecilik yarışı ve ekonomik
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
Sanayi inkılabı sonucunda devletler arasında Pazar ve hammadde arayışından doğan sömürgecilik yarışı ve ekonomik
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
Sanayi inkılabı sonucunda devletler arasında Pazar ve hammadde arayışından doğan sömürgecilik yarışı ve ekonomik rekabet
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
Sanayi inkılabı sonucunda devletler arasında Pazar ve hammadde arayışından doğan sömürgecilik yarışı ve ekonomik rekabet
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html
Sanayi inkılabı sonucunda devletler arasında Pazar ve hammadde arayışından doğan sömürgecilik yarışı ve ekonomik rekabet
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/yasam/dunya-hali/109372/i-dunya-savasi-ve-nedenleri.html

14 Ekim 2018 Pazar

Balta Limanı Antlaşması

Balta Limanı Anlaşmasınını

İmza tarihi:16 Ağustos 1838
İmzacı devletler :Birleşik Krallık,Osmanlı İmparatorluğu
İmzalayanlar:Kraliçe Viktorya,2. Mahmut 

Osmanlı 1826 yılından beri ülkedeki ham maddelerin yurtdışına çıkmasını engellemek için yedi-vahid yani tekel sistemini yürürlüğe koymuştur. İngiltere, Osmanlı’ya baskı yapıyordu bunun nedeni ise bu uygulanan sistemin İngiltere’nin çıkarlarına uymamasıdır. Mustafa Reşit Paşa, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa‘nın isyanını bastırmak için İngilizlerden yardım istemiştir. Bu isyana destek olacak olan İngiltere ticari bakımdan büyük ayrıcalık veren Balta Limanı Antlaşması‘nı imzalamak istemiştir. 

Antlaşma 1838 yılında iktisadi ilişkilerin yoğunlaştığı dönemde Balta limanı semtinde imzalanmıştır. 8 Ekim 1838’de ilk önce Kraliçe Victoria tarafından daha sonra da Sultan 2. Mahmut tarafından onaylanmıştır. Bu antlaşma Osmanlı ve genel anlamda Türk tarihinin ilerlemesi açısından önemli sonuçlar doğuran bir antlaşmadır.
 
Antlaşmadan önce İngilizler ticaret mallarını limana kadar getirebiliyor ve bu malın dağılımını yerli tüccarlar yapıyorlardı. Bu maddeden sonra yabancılar iç piyasamıza hâkim oldular.

Baltalimanı Antlaşmanın Özellikleri

  1. Yedi-vahid yani tekel sistemi kaldırılmıştır.
  2. İç ticarete İngilizlerin de katılabilecek olması öngörülmüştür.
  3. İngiliz vatandaşları Osmanlı ürünlerini ihraç etme hakkına sahip olmuşlardır.
  4. Transit resmi kaldırılmıştır.
  5. İngiliz gemileriyle gelen İngiliz ürünleri bir defaya mahsus gümrük vergisi ödeyebilme hakkına sahip olabileceklerdir.
  6. Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde ticaret yapan İngilizler, Osmanlı vatandaşlarından bile daha az vergi ödeyeceklerdir. 

Antlaşmanın Osmanlı Devletine Etkileri

  1. Osmanlı Devletinin mali çöküntüsü hızlandı.
  2. Osmanlı Devleti diğer devletlere borçlanmıştır.
  3. Kapitülasyon sistemi bu antlaşmalar sayesinde sağlamlaşmıştır.
  4. Yerli tüccarlar iç gümrük öderken yabancılar bundan kurutulmuştur. 
  5. Osmanlı devletinin bozuk olan ekonomisi daha da çöküş yaşamıştır.
  6. İhracattan alınan vergi artmış, ithalatta gümrük indirimi olmuştur.
  7. Esnaf dayanışma kuruluşu olan Loncalar bu gelişmeler nedeni ile eski önemini yitirip kaybetmiştir.
  8. Osmanlı devletinde satılan kaliteli ve ucuz Avrupa malları Osmanlı üretiminin azalmasına sebep olmuştur. 
  9. İşsizlik artmıştır. Küçük iş yerleri kapatılmıştır.

 

 

Osmanlı Devleti'nde Paranın Tağşişi

   Osmanlı Devlet'inde tağşiş, köklü bir geçmişe dayanmaktadır. Genel olarak Osmanlı  Devleti, para basımından bir gelir elde etme araç  olarak, 'tashih-i sikke', 'tecdid-i sikke' ve 'darp ücreti' olmak üzere üç farkı şekilde faydalanmıştır. Merkezileşme eğilimlerinin ağırlık kazandığı, devletin mali krize sürüklendiği ya da savaşların normal kamu gelirleriyle finanse edilmediği dönemlerde sık sık başvurulan yöntem, paranın mutasyonu, yani paranın bileşimini değiştirme ve /veya fiziki boyutlarını küçültme olmuştur.

Akçe (Akça)
  
Mangır (Mankur)
Madeni para kullanan diğer devletlerde olduğu gibi Osmanlı Devletinde de tedavüldeki altın ve gümüş sikkeler piyasadan toplanmış; daha sonra toplanan paraların bileşimi değiştirilerek (paraların içindeki altın-gümüş miktarı düşürülerek ve veya bakır miktarı arttırılarak )ya da fiziki boyutları küçültülerek yeniden tedavüle sürülmüştür. Bu Sayede devlet, tedavülden toplayıp değerini düşürdükten sonra yeniden tedavüle sürdüğü para miktarı arasındaki fark kadar bir gelir elde etme imkanına kavuşmuştur. Hatta devlet zaman zaman tedavülden topladığı paralardan daha fazla miktarda değeri düşük parayı piyasaya sürmek suretiyle, gelirini arttırmaya çalışmıştır.
  Osmanlı Devletinin ilk gümüş sikkelerini bastırdığı 1326 yılından II. Mehmed’in ikinci kez tahta çıktığı 1444 yılına kadar akçeler saf gümüşten darbedilmiş (ağırlığı 1,115-1.20 gram arasındaydı), içine bakır ya da başka metal katılmamıştı. Ancak 1444’tan 1481 yılına (yani Fatih unvanı alan II. Mehmed’in ölümüne kadar) paranın değeri tam altı kez düşürüldü.
I. Murat döneminden bir Mangır






 

Yani gümüşün içine başka metaller katıldı. Başlangıçta
100 dirhem gümüşten 280 akçe kesilirken, 1481’de akçe sayısı 335’e çıkmıştı. Bu işleme “tağşiş” adı verildi. Fatih dönemindeki tağşişlerin temel amacı merkezi hazineye ek gelir sağlamaktı. Bazı tağşiş dönemlerinde maaşları düşen ilmiye ve kalemiye mensuplarının kışkırttığı askeriye mensupları yani Yeniçeriler başkaldırmaya başlayınca tağşiş işlemine son verildi. Böylece 1481-1585 arasında akçenin değeri yüzde 7’lik bir tağşiş olayı dışında, sabit tutuldu.

Sultânî
Duka Altını
III. Mehmed döneminde, 1578’de çıkılan İran Seferi ilk ağızda Tiflis, Şiraz ve Revan’ın fethi ile mutlu başlamışsa da savaş giderleri yüzünden o tarihe kadar 127 milyon akçe fazla veren hazine büyük açıklar vermeye başlamış, 1585/86’da ilk kez paranın içindeki değerli maden oranı tekrar büyük oranda tağşiş edilmişti. 1580’lerin başında 100 dirhem gümüşten 450 akçe kesilirken, bu tağşişten itibaren 850 akçe kesilmeye başlamıştı. Piyasa, kırkık denilen ayarı düşük akçelerle dolmuştu. Bu Osmanlı tarihinin ilk büyük enflasyonu idi.1600’lı yıllar içte Anadolu’yu saran Celali İsyanları, dışta Hollandalı ve İngiliz ticaret kumpanyalarının Akdeniz’den ziyade Hint Okyanusuna yönelmeleri sonucu Osmanlı ülkesindeki tarımsal üretim ve ticaret hacminde büyük düşüşler yüzünden enflasyon artık kronik bir hal aldı. 1623 yılında mali ve siyasi krizler yüzünden ayaklanan Yeniçeriler tarafından II. Osman ve I. Mustafa art arda tahttan indirildi.
 Sonuç olarak 1624 yılında 100 dirhem gümüşten 1000 akçe kesilirken 1689’da 1400 akçe kesilir hale gelmişti. Bu yüzden gündelik işler için çok fazla akçe taşımak gerekiyordu. Avrupa ülkelerinde benzer krizlerde devletler bakır paraya geçerken, Osmanlı Devleti nedense bu yola başvuramamıştı. Bunun üzerine piyasadaki boşluğu yabancı (özellikle Avrupa) sikkeleri doldurmaya başladı. 


Önce yabancı paralarla yerli paralar arasındaki değer farkı, sonra Avrupa’dan getirilen ‘kalp’ (sahte) sikke ticareti, giderek Avrupalı tüccarların önemli bir kazanç kapısı oldu. 
Guruş (Kuruş, Piastre, 40 Para)

1687 yılında IV. Mehmed’in tahttan indirilmesinden sonra başa geçen II. Süleyman Yeniçerilere ödenmesi adet olan cülus akçelerini bastırmak için ilk başta halktan alınan vergileri arttırdı, ancak bu tepkilere neden olunca, Topkapı Sarayı’nın dış avlusuna kurulan Darphane’de ilk Osmanlı (bakır) mangırları basıldı. Bu mangırlar halktan ilgi görünce üretim arttırıldı 1690 yılında bakır madenleri suyunu çekinceye kadar 600 milyon bakır mangır basıldı.


18. Yüzyıl Osmanlı Devleti için göreli bir barış, istikrar ve iktisadi gelişme dönemiydi. Buna ek olarak ülkedeki gümüş madenlerindeki üretimin arttırılmasıyla devlet tekrar gümüş sikke basmaya başladı. Buna Kuruş adı verildi.  Rusya ve Avusturya’ya karşı girişilen savaşlarla mali durum bir yara daha aldı ve 1789’da Kuruş’un içindeki gümüş oranı üçte bir oranında azaltıldı. 
En büyük tağşişler ise reformcu padişah II. Mahmud döneminde oldu. Anadolu ve Balkanlarda “ayan” denilen beylerin öncülüğündeki bir dizi ayaklanma, bunlara destek veren Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilip yerine yeni ordu kurulması, Sırp ve Yunan isyanları, Rusya, İran ve Mısır’la yaşanan savaşların neden olduğu mali krizler sonucu 1808 ile 1831 arasında kuruş gümüş içeriğinin yüzde 79’unu kaybetti.
 İngilizlerle imzalanan 1838 Balta Limanı Anlaşması ile ekonomi hızla liberalleşince hayat pahalılığı, bütçe açıkları, yolsuzluk, rüşvet arttı. Ardından 1853-1856 Kırım Savaşı’nın yükü altında ezilmeye başladı hazine. Savaş dolayısıyla alınan kredileri izlemek üzere 1854’te Londra merkezli Ottoman Bank kuruldu. Devlet, memur maaşlarını ve esnafa borçlarını ödeyemez olunca hem dış ülkelerden hem de içte tefecilerden borç almaya başladı. “Galata bankerleri” veya “Galata sarrafları” bu dönemde ortaya çıktı. Galata bankerleri ağırlıklı olarak Rum ve Ermeni idi ancak bunlara zamanla Yahudiler, Levantenler (Doğu Akdeniz’e yerleşmiş Avrupalılar) ve Müslümanlar eklendi. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında devlet dış kredi alamaz olunca önce Galata sarraflarına yöneldi, arkasından Osmanlı Bankası’na verilen taahhüt ilk kez çiğnenerek (ilk kez 1840 yılında basılan) ‘kaime’ denilen bir çeşit hazine bonosu ihraç etti. Ancak kaime basımı da derde derman olmadı.